24 Kasım 2019 Pazar

BEYEL"İN YAS TUTANLARI HAKKINDA

  

Öncelikle herkese merhaba. Uzunca bir süredir düzenli kitap okuma alışkanlığına sahibim ve bazı sosyal medya platformlarında, ufak çapta da olsa, okuduğum kitaplara dair incelemelerde bulunuyorum. Bunu bir adım daha öteye taşımak istedim ve okuduğum kitaplara dair görüşlerimi bir blogda toplama kararı aldım. Teknolojinin geçmişe nazaran çok daha hızlı geliştiği ve her geçen gün yeni imkanlar sunduğu bir dönemde ondan istifade etmemek olmazdı diye düşünenlerdenim :)
İlk incelememi en son okuduğum kitap üzerinden yapmak isterim ki ilk etapta zor bir başlangıç olacağını düşünmekteydim. Evet, başlıkta da görebileceğiniz üzere Beyel"in Yas Tutanları"nı anlatacağım size bugün. Öncelikle kitabın farklı çevirileri olmakla birlikte, YKY"den çıkan baskısında Beyel Ağıtçıları ismi tercih edilmiş durumda.Ben ise Totem Yayınları"nı tercih ettim, ancak tabii ki bu tercihte özel bir sebep bulunmamakta. Sizler de gönül rahatlığıyla diğer baskıları tercih edebilirsiniz. Aralarında Muhtar/Kethüda gibi basit çeviri farklılıkları bulunmakta. 168 sayfalık bir kitap olmakla birlikte, dili oldukça akıcı. Bu noktada kitabımızın yazarı Gülam Hüseyin Saedi Hakkında bilgi vermezsek kitabın ruhuna saygısızlık edeceğimizi düşünmekteyim.



Gulam Hüseyin Saedi İran"da yaşayan ve sayıları ülke nüfusunun yarısını bulan Azerbaycan Türklerinden biri. Doğumundan ölümüne kadar da ülkesi adına birçok sıkıntı yaşamış bir yazar. Öncelikle onun en büyük arzusu kitaplarını ana dilinde yayımlayabilmek. Günümüzde de olduğu gibi İran o dönemde de - şimdiki molla yönetimi yerine Şah"ın yönetimi mevcut olsa da- oldukça baskıcı bir yönetime sahip, yazarımız bu sebeple ömrünün kalan kısmını Paris"te yaşamak zorunda kalıyor. Sosyalist düşünceye yakın oluşu eserlerinde dönemin İran rejimiyle arasındaki ikinci bir problem. Dolayısıyla Saedi bu zor koşullar altında gençlik yıllarını geçiriyor. Eserinde ise yaşadığı sıkıntılar hakim, aşağıda da daha detaylı bir şekilde bu zorlukları inceleyeceğiz.


Öncelikle kitapla ilgili aktarmak istediğim ilk not oldukça kasvetli oluşu. Okurken bu hissiyata sadece ben mi kapıldım bilemiyorum, ancak genel itibariyle tüm kitap boyunca ağır bir hava hakim. Tabii ki tebessüm ettiren kısımlar da bulunmakta, ancak bu noktalarda yazarın biraz da öykülerinde yaşananları dramatize etmeye çalıştığını söyleyebiliriz. Kitapta toplam sekiz bölüm bulunmakta ve her bölüm de kendi içerisinde onlarca kısma ayrılıyor. En dikkat çekici özelliklerden biri ise bölümler arası bağlantının çok keskin olarak hissedilememesi, öyküler arası sıra değişikliğine gitseniz dahi yine de toplamda bir anlam bütünlüğü yakalayabilirsiniz. Kişiler ise çok detaylı olmamakla birlikte genellikle olayların kitap boyunca aynı kişiler ve yakınları arasında geçtiğini görebilirsiniz.
Kitapta dikkat çekici özelliklerden birisi Anadolu coğrafyasından izler taşıması. Okurken fark ettiğim diyaloglar, isimler, durumlara ve olaylara karşı tutumlar, hurafeler, yoksulluk, tasvir edilen yaşam şekli kitapta kendimizden izler bulmamıza yol açıyor. Özellikle kitap boyunca yoksulluk havası hakim, öyle ki insanlar karşı yöre ve köylerden hayvan çalmaya dahi teşebbüs edebiliyor. Bir diğer dikkat çekici özellik kitap boyunca en bayağı hayvanlara dahi yazar tarafından önem atfedilmesi, bu bir bakıma kitapta tasvir edilen hayatın doğayla ne kadar iç içe ve günümüz modern toplumundan uzak olduğunun göstergesidir (Burada bir parantez açmak istiyorum, günümüz şehirlerinde bizler için o kadar da önem arz etmeyen inek gibi bir hayvan, kitapta ölümü üzerine sahibinin kendisini inek sanacak denli delirmesine yol açabilecek güçte bir öneme sahip, bunu o dönemki tarım toplumuna, yoksulluğa, malın canın yongası olmasına ve hayvanların çok önemli geçim kaynakları olmasına bağlayabileceğimiz gibi, bir diğer yandan onlara duyulan saygıya da bağlayabiliriz )


Kitapta köy yaşantısı, aşk, yoksulluk, korku gibi ögeler ön plana çıkıyor, gerçek bir mekan algısı bulunmamakla birlikte bahsi geçen şehir ve yörelerde gerçekçilik havası hakim. Bir hitap şekli olarak kullanılan Meşhedi, Meşhed vb. tabirler ( sanırım bizdeki Hacı tabiriyle aynı anlamda kullanılıyor -ayrıca araştırma yaptığımızda İran"da Meşhet isminde bir şehir de bulunmakta ki burayı ziyaret eden kimse anlamında da kullanılıyor olabileceğine dair bilgiler mevcut ) biraz karışıklık yaratmakta, isimlerle ilgili takıntınız varsa okumakta zorluk yaşayabilir ve karakterleri şaşırabilirsiniz. Kitapta yer alan 4. öyküden esinlenerek "inek" adında bir film yapılmış ve film Avrupa"da önemli ödüller kazanmış Ben filmi izleyemedim fakat merak ediyorum, dönem itibariyle İran"ın devrim öncesi dönemini yansıttığından dolayı izlemenin faydalı olabileceği kanaatindeyim.


Netice itibariyle bu kitabı bitirdiğim için mutluyum. Ancak öyle insanların da söylediği gibi " İran Edebiyatı çok zengin abi, girdin mi çıkamazsın, şiirler sözler vs. vs. kafasıyla bu kitabı okursanız aradığınızı bulamazsınız. Ben 10 üzerinden 7 vererek bu bahsi kapatmıştım. Peki bu kitabı bitirdiğim için neden mutluyum, biraz da bunu anlatayım. Öncelikle hemen yanı başımızda koca bir ülkenin insanlarının yaşam şekillerini gördüm, yaşadıkları yoksulluğu hissettim ve kendi coğrafyamızla bunu bağdaştırdım. İran Edebiyatı"na olan ilgim arttı ki bu İran ile ilgili okuduğum ikinci kitaptı. Yazarın hayatını okudukça bu ülkede yaşayan ve sayıları ülke nüfusunun büyük bir kısmını oluşturan Türklerin edebiyatta ne kadar başarılı olduklarını gördüm. Yine devrim öncesi İran tarihine olan ilgim arttı ve araştırma yapma gereği hissettim. Ayrıca gözümde büyüttüğüm gibi ağır, anlaşılmaz, simgelerle dolu bir kitap olmadığını fark ettiğim için mutluyum. Neticede yazarın Türkçe"ye çevrilen diğer kitabını okumak için sabırsızlanıyorum.


Bir diğer incelememde görüşmek üzere....

 







              

2 yorum: