15 Aralık 2019 Pazar

Hakkari"de Bir Mevsim

    Tekrar merhaba.Bu yazımda yeni bir kitap hakkında, Hakkari"de Bir Mevsim hakkında konuşacağız. Yazar Ferit Edgü"nün eseri dönemi itibariyle oldukça iddialı bir kitap. Bu kadar iddialı bir kitap da böylesine iddialı bir yazarın kaleminden çıkmalıydı diye düşünüyorum.

    Kitabın konusuna girmeden önce, kitabı bitirdikten sonra farkına vardığım bir hususa dikkat çekmek istiyorum. Yazarın hayatını bilmek kitabın anlattıklarına dair oluşan izlenimimi etkiledi. İlk okuduğumda hissettiklerim, yazarın hayatını ve görüşlerini de öğrendikten sonra daha farklı şekillendi zihnimde. Bu bağlamda sizlere kitabı okumadan önce yazarın hayatına dair bilgi edinmenizi tavsiye ederim.

    Herkesçe methedilen bir kitap olduğu için haliyle bendeki beklenti oldukça yüksekti. Peki kitap bu beklentimi karşıladı mı, maalesef pek değil. Sanırım bunda beklentimi oldukça yüksek tutmam etkili oldu. Yanlış anlaşılmaya mahal vermek istemem, kesinlikle içerik ve değindiği konular bakımından ve dönemi itibariyle de oldukça radikal bir kitap olduğunu düşünüyorum. Ama böylesine sağlam bir girişle başlayan kitabın ortalara doğru tempoyu düşürmesi, son kısımlara doğru merakımı zirvede tutamaması kitap hakkında beni biraz hayal kırılığına uğrattı.

     Mesleğim gereği, öğretmen, asker, memur vb. arkadaşlarım gibi doğu görevine gitmedim. Dolayısıyla kitabın anlattığı coğrafyaya dair aklımda herhangi bir izlenim yoktu. Sadece hayal ettim, dağlar arasında, karlar altında bir köy. Hal böyle olunca bu kitabin özellikle doğu görevi gerektiren mesleklere sahip ve bu görevleri icra eden insanlar üzerinde daha derin izler bırakacağını düşünüyorum. Nihayetinde bahsi geçen konular memleketin gerçekleri.

     Kitapta doğuya öğretmenlik yapmak üzere gönderilen kahramanın mücadelesi anlatılıyor ( Çok fazla ayrıntı vermek istemedim, kahramanımız neden orada ve gerçekten de öğretmen mi bu kısımları size bırakıyorum :) )Ama sadece onun mücadelesi değil , aynı zamanda şehrin, köyün, çocukların, azınlıkların, ötekilerin mücadelesi de resmediliyor. O dönem için, itiraf etmesi güç olan, bölge gerçekleri hayali kahramanlarla izah ediliyor. Özellikle çocukların hastalıktan ölüyor olması, buna karşın doktor olmaması, kar engeli, hayatla tüm bağların kopmuş olması.. Yazarın hiç bilmediği bir dille, kendi dilini bilmeyen çocuklara, sevgiyle, ilgiyle dilini öğretmeye çalışması ve bunu başarması. Tüm bunlar insanı düşünmeye sevk ediyor.

    Kitabın oldukça şiirsel bir dili var, sayfa sayısı bakımından oldukça ince ve kısa sürede bitirilebilecek bir kitap. Anlattıkları bakımından günümüz koşullarında oldukça mutedil gözükse de, o yıllar için ciddi bir eleştiri olduğunu düşünüyorum.

    Kitapta ayrıca çocuk gelinler konusuna değinilmiş ki yazar da bu konuda oldukça eleştirilmiş. Ancak görünen o ki yazar bölge gerçeklerini dile getirebilmek adına kendini feda etmek istemiş. Ciddi ve iddialı tasvirler kullanılmış, bu bakımdan tepkilerin de haklılık payı var gibi. Ayrıca kitapta bir Süryani karakteri var ki o yöre için oldukça iddialı bir karakter olmuş. Yine Süryani karakterinin günün birinde yöre halkı tarafından kitapları yakılarak köyü terk etmesine sebebiyet verilmesi zannımca yazar tarafından Kürt Halkına bir eleştiri olarak dile getirilmiş.

    Kitabın ayrıca filmi de bulunmakta, okuduktan sonra izlenmesi daha faydalı olur diye düşünenlerden olduğumdan dolayı önümüzdeki günlerde izliyor olacağım :)
Filmden bir kare

    Nihayetinde bu kitabı okumak benim için güzel bir deneyimdi, ancak beklentinizi çok yüksek tutmadan okumanızı tavsiye ederim. Bazıları için önce filmi izlemek faydalı olabilecekken, ben filmi sonraya sakladım. Bu konuda da tercih sizin :)

 

11 Aralık 2019 Çarşamba

Değişim Sürecinde Türkiye: Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Sosyo-Ekonomik Bir Değerlendirme


     Üniversite yıllarından beri sıkı takip ettiğim Mahfi Hoca"nın kitaplarını sosyal mecralarda merakla inceliyordum ki onlardan birisini geçtiğimiz hafta okuma fırsatı bulabildim. Kendi kişisel blogundan da Mahfi Hoca"nın 2013 yılından beri yazdığı tüm yazılarını okudum, kendisi son derece aydın ve gençler için yol gösterici bir insan. Birçok tavsiyesini dikkate alarak ben de bizlere sunmuş olduğu tavsiyelerden istifade etme fırsatı buldum.

     Mahfi Hoca"nın takipçileri onu öylesine severler ki bunu blogundaki yorumlarından anlayabilirsiniz. Her daim siyasete atılması gerektiğine dair isteklerini belirtirler ona. Oysa Mahfi Hoca, hiçbir zaman siyasetle ilgilenmeyeceğini belirtmesi bir yana, tüm yazılarında da gözlemleyebileceğiniz üzere tek isteğinin ileri gitmek olduğunu vurgular. Ne sağdan ne soldan gelir size anlattıkları, tek gördüğünüz toplumun topyekun gelişmesidir. Bu kitapta da durum aynıdır.
Mahfi Eğilmez"in kişisel blogu "kendime yazılar"

     Aslında bu kitap da müreffeh ülkelerin arasında yer edinebilmek adına birçok tavsiye ile dolu. Öncelikle Osmanlı"dan günümüze yapılan tüm hatalar gözler önüne seriliyor. Sakın bunların zorlu denklemlerin yer aldığı, ürpertici ekonomik modeller üzerinden tartışıldığını düşünmeyin, aslında ileriye gitmenin yolu okumaktan, düşünmekten, sorgulamaktan geçiyor. Demokrasiyi de unutmamalıyız diye düşünüyorum.

     Demokrasi başlığı altında değerlendirmelerde bulunmak gerekirse, Mahfi Hoca bu konuda ülkeleri iki kategoride topluyor. İlk kümede gerçek demokrasiyi yaşayan ve yaşaması için kurumları savunan ülkeler, ikinci kümede ise ahbap-çavuş demokrasileri yer alıyor. Tahmin edersiniz ki biz ikinci kümede yer alıyoruz. En belirgin özelliğimiz bir demokrasimizin var olduğu belirtilmesine karşın, iktidarda olanların ülkedeki tüm kurumları, sektörleri ve stratejik bölgeleri ele geçirmesiyle kendi tahakkümünü kurmasıdır. Mahfi Hoca bu konuda oldukça hassas ve ilerlemenin önündeki engellerin başında yukarıda yer alan olumsuzlukları özellikle belirtiyor. 
Mahfi Hoca"nın diğer bazı kitapları

    Tüm olayların tarihsel sırayla anlatılıyor olması, kitabın dilinin sade olması kitabı oldukça anlaşılır kılıyor. Dönem dönem gelen eleştiriler sayesinde dönemler arası kıyas yapma imkanı mevcut. Dolayısıyla ekonomik açıdan artısıyla eksisiyle  her hükumet için bir karne mahiyetinde bu kitap. Yazarın ülke ekonomisiyle ilgili farklı kitapları da bulunmakla birlikte, diğer kitaplarını da okumak üzere sabırsızlanıyorum..


    Bir başka incelememde tekrar görüşmek üzere..   



   

   

4 Aralık 2019 Çarşamba

Ecevit"in Anıları "12 Yıl Saklı Tutulan Veda Sohbetleri"

      Bu seneki 47. kitabım ile tekrar karşınızdayım. Bu hafta da tarih ve siyaset üzerinden ilerlemeye devam ettim ve sizlere Ecevit"in Anıları"nın anlatıldığı bu kitap hakkında bilgi veriyor olacağım. 

      Öncelikle şunu söylemeliyim ki yaş itibariyle Ecevit Dönemi"ni kıyısından köşesinden hatırlamakta olan bir genç olarak kendisine hayranlığım fazla. Tarih ve siyasete olan ilgimden dolayı Ecevit ile tanışıklığım Dsp dışında ortaokul yıllarıma dayanmakta. Kendisi Türk Siyasetinde Kıbrıs Fatih"i olarak anılıyor, bu sebeple ülkemiz için önemli bir siyasetçi ve devlet adamı. 
Kıbrıs Fatihi - Rauf Denktaş ve Türk Askeri

      Kitap"ta Ecevit"in okul yıllarından itibaren ölümüne kadar olan süreç anlatılıyor. Böyle önemli bir şahsiyetin ilk gençlik yıllarında yaşadığı zorlukları görünce insan ister istemez hayret ediyor.Özellikle Rahşan Hanım"ın desteği onun bu başarılarında yadsınamaz bir faktör olarak göze çarpıyor.
Bülent Ecevit, Eşi Rahşan Ecevit ile birlikte

      Kitap boyunca Ecevit"in yaşadığı hayatın dolu dolu bir hayat olduğu hissiyatına kapılıyor insan. Özellikle çıktıkları turnelerde atlattıkları suikast girişimleri oldukça tedirgin edici. Tabii tüm bu zorluklar belki de onun bu azminin bir itici gücüydü. Öyle ki, 1974 yılında Kıbrıs Adası"na gerçekleştirdiğimiz barış harekatı o dönem için ülkemiz adına birleştirici olabilecek tek ulusal hadise idi. Harekat dönemindeki birlik - beraberlik bir daha uzunca bir süre sağlanamadı, özellikle 80"e doğru ülkemize bu beraberlikten eser kalmadığı gerçeği düşünüldüğünde bu koşullar altında kendisinin ne kadar büyük bir lider olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır. Kitapta 2000 yıllarda ülkemizde yaşanan kriz"de Ecevit"in rolü ve anayasa kitapçığının fırlatılması olayının perde arkası da anlatılmakta. Tabii Rahşan Hanım ile de yaşanan mütevazı hayatın güzelliği de kitap boyunca okuyucuya eşlik ediyor, yani şimdiki siyasilerimiz gibi lüks ve şatafat o zamanlar pek yok.
Kitap Tasarımı bu şekilde.

      Bu kitabı okumak bana ne kattı derseniz, böylesine kıymetli bir insanı kendi sözleri ile, kendi aktarımları ile dinleme ve değerlendirme fırsatı buldum. Kıymetli bir devlet adamının nasıl olması gerektiğine dair bolca bilgi edindim. Tabii günümüz Türkiye"si ile de bir mukayese fırsatı bulmuş oldum.

      İlerleyen incelemelerimde görüşmek üzere esenlikler dilerim.... :)

27 Kasım 2019 Çarşamba

2019 Yılı Ekim Ayı Sıcaklık Analizi ve Uzun Yıllar Ortalama Sıcaklıklarıyla Mukayesesi

     Herkese tekrar merhaba. Uzun yıllardır meteorolojik olaylara büyük bir ilgim bulunmakta, bunun bir yansıması olarak gözüm hep havalarda :) Şaka değil, gerçek anlamda gözüm küçüklüğümden beri hep havadaydı. Bunun iki sebebi var, ilki bir yakınımın hediye ettiği Dünya ve Uzay adlı kitap, ikinci sebebi ise benim kar sevdam. İlki benim gökyüzü, coğrafya ve meteoroloji alanlarına ilgimi artırırken ikincisi kış boyunca pencere kenarlarında nöbet tutmama neden oldu :) Hazır fırsatını da bulmuşken her yıl istisnasız takip ettiğim aylık sıcaklık analizlerini burada sizlerle paylaşmak, bu sayede de arşivlemek istedim.

İşte çocukluğumda okumaya doyamadığım kitap :)
     Ekim ayı benim zihnimde turuncunun, sonbaharın, yağmurların ve kısalan günlerin karşılığıdır. Son yıllarda ne yazık ki durum böyle değil, tamam günler kısalıyor ama özellikle bu sene yaşadığım şehir olan Bursa ve çevresinde kurak ve normalinde sıcak bir Ekim ayı geçirdik. Uzun yıllar gözlemlerime göre her Ekim ayının 29"una doğru bir soğuk gelirdi ve Uludağ"ın yamaçlarında kar sınırı 1000 mt."ye kadar inerdi. Bu sene aynı soğuk hava dalgası, Uludağ"ın zirvesinde dahi kar yağışına sebep olamadı. Son yıllarda Uludağ"da sezon süresinde anlamlı bir kısalış var ki bu da geçmişe nazaran sıcak geçen sonbaharların bir göstergesi. Bursa adına konuşacak olursak şehrin uzun yıllar Ekim ayı sıcaklık ortalaması 15.4 derece iken bu sene gerçekleşen değer 17.9 ile normallerin 2.5 derece üzerinde olmuştur. Aşağıdaki tabloda Bursa için 2019 yılı tüm ayların ortalama sıcaklık değerleri gösterilmektedir.

Kaynak: weatheronline.co.uk
      Türkiye genelinde de durum çok farklı değil, özellikle İç Anadolu"da yer yer normallerin 4 derece üzerinde Ekim ayı geçiren şehirlerimiz var. Özellikle kırmızı ve kırmızıya yakın olarak gösterilen bölgelerde 2019 yılı Ekim ayında ortalama sıcaklıklar normallerinden ciddi ölçüde sapmış vaziyettedir.

Kaykan: Meteoroloji Genel Müdürlüğü

      Bu bakımdan Ekim ayının ülkemiz adına gayet tatsız tuzsuz geçtiğini söyleyebilirim. Aşağıda son 8 yılın Ekim aylarına ilişkin tabloda da görebileceğiniz üzere 2019 Ekim ayı 2012 Ekim ayından sonra Bursa için en sıcak 2. Ekim ayı olmuştur.


Kaynak: weatheronline.co.uk
      Türkiye genelinde de durum çok farklı değil, durumun ciddiyetini kavrayabilmek adına aşağıda son 2 yılın aylık ortalama sıcaklıklarının uzun yıllar aylık sıcaklık ortalamasıyla mukayesesini gösteren tabloyu iletiyorum. Tabloda kırmızı çizgi uzun yıllar ortalama sıcaklıklarını göstermek iken mavi çizgi 2018 yılını, yeşil çizgi 2019 yılını göstermektedir. 2019 yılında ülke genelinde sadece 2 ay için normallerine yakın sıcaklıklar gözlemlenirken geri kalan tüm aylarda sıcaklıklar mevsim normallerinin üzerinde seyretmiştir.

Kaynak: Meteoroloji Genel Müdürlüğü
      Sonuç olarak ülke genelinde sıcak bir Ekim ayını geride bıraktık, Kasım ayı ülke genelinde Ekim ayından daha da sıcak seyrediyor. Dolayısıyla 2019 yılı da rekor ortalama sıcaklık anomalilerinin gözlemleneceği bir yıl olacak gibi duruyor. Bu durum benim gibi kar sevdalılarını kış aylarında olumsuz etkilemekle birlikte çıkmadık candan ümit kesilmez diyoruz :)

      Kasım ayı raporunda görüşmek üzere...




26 Kasım 2019 Salı

Derin ve Gizli Devlet Gazetecisi Olarak İtiraflarım

      Yeniden herkese merhaba. Bu seneki her haftaya bir kitap sığdırma hedefimden ve yıl sonu gelmek üzere olduğundan dolayı okumaya tam gaz devam ediyorum. Şu an bu seneki 46. kitabımı bitirmiş olmakla birlikte, 52 kitap hedefim benim için hala iddialı duruyor.  Hedef iddialı olunca da olur olmadık yerlerde okumak icap ediyor, bunlar arasında metro ve otobüs en zor olanları. Siz de benim gibi kalabalık toplu taşıma araçlarında kalabalık saatlerde seyahat edip okumaya çalışanlardansanız eminim ki beni çok iyi anlamışsınızdır :) Neyse ki bu sorunu daha erken uyanıp otobüslerin nispeten daha tenha olduğu saatlerde yolculuk ederek aşmaya çalışıyorum. Neyse, konuyu çok dağıtmadan bitirmiş olduğum son kitap hakkında izlenimlerimi sizlere aktarmak isterim.

      İnceleyeceğimiz kitap konu itibariyle siyasetle ilgili. Özellikle kitabın başlığı oldukça çarpıcı, sıradan ( derin devlet tabirine oldukça alışkınız ) gözükse de aslında altında anlamlar yatıyor. Öncelikle derin ve gizli devlet gazetecisi kavramlarını ele aldığımızda, Türkiye"de derin ve gizli devlet gerçekten de var mı ki sorusunu ister istemez kendimize soruyoruz. Yazının ilerleyen kısımlarında da değineceğim üzerine yazarın bu konudaki yorumu "keşke olsaydı" şeklindedir. İtiraflar kısmı ise apayrı bir durum olup, kitap da başlığı doğrultusunda yakın tarihimizde yaşanan olayları farklı bir bakış açısıyla gözler önüne sermeye çalışıyor. Bu iddialı başlıktan sonra biraz da kitabın içeriği hakkında bilgi vermek isterim.

Bazen paranın açamadığı kapıları bile korku açar.

      Öncelikle kitapta kronolojik bir akış söz konusu değil, ancak Türkiye Cumhuriyeti tarihine yön veren tarihi olaylar farklı sıralarla olmasına karşın anlam bütünlüğü sağlayacak şekilde izah edilmiş. Yazar İnönü"den itibaren günümüze kadar yaşanan süreci kitap boyunca okuru fazla sıkmadan ve diyaloglara sık sık yer vererek özetlemiş diyebiliriz. Çok partili hayata geçiş, ihtilal dönemleri, Kıbrıs Barış Harekatı, Turgut Özal "ın akabinde gelen liberalleşme dönemi, akabinde Türkiye"de muhafazakarlığın yükselişi gibi konular da kitabın inceleme konusu. Yazarın Türkiye"de derin ve gizli bir devletin oluşunu fakat bunun  "milli" olmayıp, Nota"ya bağlı Gladyo yapılanması olduğuna dair tespiti yerindeydi. Ayrıca kitabın birçok yerinde silahlı kuvvetlerimizin yine Batı tarafından darbelere teşebbüs ettirildiği sıkça vurgulanıyor. Yine o dönemde palazlanmaya başlayan Fetö yapılanmasıyla ilgili bilgileri de kitapta bulabilirsiniz.


Mahfi Eğilmez"in kitabı okunacaklar sırasında bekliyor :)

      Dil bakımından kitap oldukça sade, kısa cümle ve anlatımlar, kısa diyaloglar kullanılmış. Belki de yazar bilerek böyle bir tercih etmiş ki okuyan herkes rahat bir şekilde istifade edebilsin.  Toplam sayfa sayısı dizin hariç 200 sayfa olup, son 6 sayfa dizin için ayrılmış.

      Bu kitabın bana faydası geçmiş-bugün ve gelecek arasındaki bağlantıyı daha iyi kurabilmem adına sağlamış olduğu katkıdır ki tarih-siyaset-araştırma kitaplarının bu yönünü çok seviyorum. Ayrıca geçmişte yaşanan olayları bugünün bakış açısıyla değil , o günkü bakış açısı ve dünya koşulları ile incelememiz gerektiğini hatırlatmaları bakımından tarihi olayları irdeleyen kitapları oldukça faydalı buluyorum. Bu bakımdan sizlerin de okumanızı tavsiye ediyorum.

      Bir başka incelememde tekrar görüşmek üzere ... :)

24 Kasım 2019 Pazar

BEYEL"İN YAS TUTANLARI HAKKINDA

  

Öncelikle herkese merhaba. Uzunca bir süredir düzenli kitap okuma alışkanlığına sahibim ve bazı sosyal medya platformlarında, ufak çapta da olsa, okuduğum kitaplara dair incelemelerde bulunuyorum. Bunu bir adım daha öteye taşımak istedim ve okuduğum kitaplara dair görüşlerimi bir blogda toplama kararı aldım. Teknolojinin geçmişe nazaran çok daha hızlı geliştiği ve her geçen gün yeni imkanlar sunduğu bir dönemde ondan istifade etmemek olmazdı diye düşünenlerdenim :)
İlk incelememi en son okuduğum kitap üzerinden yapmak isterim ki ilk etapta zor bir başlangıç olacağını düşünmekteydim. Evet, başlıkta da görebileceğiniz üzere Beyel"in Yas Tutanları"nı anlatacağım size bugün. Öncelikle kitabın farklı çevirileri olmakla birlikte, YKY"den çıkan baskısında Beyel Ağıtçıları ismi tercih edilmiş durumda.Ben ise Totem Yayınları"nı tercih ettim, ancak tabii ki bu tercihte özel bir sebep bulunmamakta. Sizler de gönül rahatlığıyla diğer baskıları tercih edebilirsiniz. Aralarında Muhtar/Kethüda gibi basit çeviri farklılıkları bulunmakta. 168 sayfalık bir kitap olmakla birlikte, dili oldukça akıcı. Bu noktada kitabımızın yazarı Gülam Hüseyin Saedi Hakkında bilgi vermezsek kitabın ruhuna saygısızlık edeceğimizi düşünmekteyim.



Gulam Hüseyin Saedi İran"da yaşayan ve sayıları ülke nüfusunun yarısını bulan Azerbaycan Türklerinden biri. Doğumundan ölümüne kadar da ülkesi adına birçok sıkıntı yaşamış bir yazar. Öncelikle onun en büyük arzusu kitaplarını ana dilinde yayımlayabilmek. Günümüzde de olduğu gibi İran o dönemde de - şimdiki molla yönetimi yerine Şah"ın yönetimi mevcut olsa da- oldukça baskıcı bir yönetime sahip, yazarımız bu sebeple ömrünün kalan kısmını Paris"te yaşamak zorunda kalıyor. Sosyalist düşünceye yakın oluşu eserlerinde dönemin İran rejimiyle arasındaki ikinci bir problem. Dolayısıyla Saedi bu zor koşullar altında gençlik yıllarını geçiriyor. Eserinde ise yaşadığı sıkıntılar hakim, aşağıda da daha detaylı bir şekilde bu zorlukları inceleyeceğiz.


Öncelikle kitapla ilgili aktarmak istediğim ilk not oldukça kasvetli oluşu. Okurken bu hissiyata sadece ben mi kapıldım bilemiyorum, ancak genel itibariyle tüm kitap boyunca ağır bir hava hakim. Tabii ki tebessüm ettiren kısımlar da bulunmakta, ancak bu noktalarda yazarın biraz da öykülerinde yaşananları dramatize etmeye çalıştığını söyleyebiliriz. Kitapta toplam sekiz bölüm bulunmakta ve her bölüm de kendi içerisinde onlarca kısma ayrılıyor. En dikkat çekici özelliklerden biri ise bölümler arası bağlantının çok keskin olarak hissedilememesi, öyküler arası sıra değişikliğine gitseniz dahi yine de toplamda bir anlam bütünlüğü yakalayabilirsiniz. Kişiler ise çok detaylı olmamakla birlikte genellikle olayların kitap boyunca aynı kişiler ve yakınları arasında geçtiğini görebilirsiniz.
Kitapta dikkat çekici özelliklerden birisi Anadolu coğrafyasından izler taşıması. Okurken fark ettiğim diyaloglar, isimler, durumlara ve olaylara karşı tutumlar, hurafeler, yoksulluk, tasvir edilen yaşam şekli kitapta kendimizden izler bulmamıza yol açıyor. Özellikle kitap boyunca yoksulluk havası hakim, öyle ki insanlar karşı yöre ve köylerden hayvan çalmaya dahi teşebbüs edebiliyor. Bir diğer dikkat çekici özellik kitap boyunca en bayağı hayvanlara dahi yazar tarafından önem atfedilmesi, bu bir bakıma kitapta tasvir edilen hayatın doğayla ne kadar iç içe ve günümüz modern toplumundan uzak olduğunun göstergesidir (Burada bir parantez açmak istiyorum, günümüz şehirlerinde bizler için o kadar da önem arz etmeyen inek gibi bir hayvan, kitapta ölümü üzerine sahibinin kendisini inek sanacak denli delirmesine yol açabilecek güçte bir öneme sahip, bunu o dönemki tarım toplumuna, yoksulluğa, malın canın yongası olmasına ve hayvanların çok önemli geçim kaynakları olmasına bağlayabileceğimiz gibi, bir diğer yandan onlara duyulan saygıya da bağlayabiliriz )


Kitapta köy yaşantısı, aşk, yoksulluk, korku gibi ögeler ön plana çıkıyor, gerçek bir mekan algısı bulunmamakla birlikte bahsi geçen şehir ve yörelerde gerçekçilik havası hakim. Bir hitap şekli olarak kullanılan Meşhedi, Meşhed vb. tabirler ( sanırım bizdeki Hacı tabiriyle aynı anlamda kullanılıyor -ayrıca araştırma yaptığımızda İran"da Meşhet isminde bir şehir de bulunmakta ki burayı ziyaret eden kimse anlamında da kullanılıyor olabileceğine dair bilgiler mevcut ) biraz karışıklık yaratmakta, isimlerle ilgili takıntınız varsa okumakta zorluk yaşayabilir ve karakterleri şaşırabilirsiniz. Kitapta yer alan 4. öyküden esinlenerek "inek" adında bir film yapılmış ve film Avrupa"da önemli ödüller kazanmış Ben filmi izleyemedim fakat merak ediyorum, dönem itibariyle İran"ın devrim öncesi dönemini yansıttığından dolayı izlemenin faydalı olabileceği kanaatindeyim.


Netice itibariyle bu kitabı bitirdiğim için mutluyum. Ancak öyle insanların da söylediği gibi " İran Edebiyatı çok zengin abi, girdin mi çıkamazsın, şiirler sözler vs. vs. kafasıyla bu kitabı okursanız aradığınızı bulamazsınız. Ben 10 üzerinden 7 vererek bu bahsi kapatmıştım. Peki bu kitabı bitirdiğim için neden mutluyum, biraz da bunu anlatayım. Öncelikle hemen yanı başımızda koca bir ülkenin insanlarının yaşam şekillerini gördüm, yaşadıkları yoksulluğu hissettim ve kendi coğrafyamızla bunu bağdaştırdım. İran Edebiyatı"na olan ilgim arttı ki bu İran ile ilgili okuduğum ikinci kitaptı. Yazarın hayatını okudukça bu ülkede yaşayan ve sayıları ülke nüfusunun büyük bir kısmını oluşturan Türklerin edebiyatta ne kadar başarılı olduklarını gördüm. Yine devrim öncesi İran tarihine olan ilgim arttı ve araştırma yapma gereği hissettim. Ayrıca gözümde büyüttüğüm gibi ağır, anlaşılmaz, simgelerle dolu bir kitap olmadığını fark ettiğim için mutluyum. Neticede yazarın Türkçe"ye çevrilen diğer kitabını okumak için sabırsızlanıyorum.


Bir diğer incelememde görüşmek üzere....